Çocuklarda Okula Uyum Süreci
Okula uyum; çocukların okul başarısını, okula yönelik duygularını ve düşüncelerini, okul ortamına katılımlarını ve okul ortamındaki tutumlarını kapsayan bir kavram olarak tanımlanmaktadır (Başaran vd., 2014). Okul öncesi dönemde okula uyum süreci, çocukların sonraki okul başarısı açısından da önemli olarak görülmektedir ve sağlıklı atlatılması gerekmektedir. Çocuklar için kendilerini güvende hissettikleri evleri ve ebeveynlerinin yanından belirli bir süreliğine de olsa ayrılıp onlar için bilinmezlik ifade olan okul ortamına girmeleri onları kaygılandıran bir durumdur (Kahraman vd., 2018). Uyum sürecinde öğretmen, ebeveyn tutumu ve akran ilişkileri süreci etkileyen önemli faktörlerdendir. Bazı çocuklar okula daha çabuk uyum sağlarken bazıları ise daha geç uyum sağlamaktadır. Özellikle bu süreçte okula gitmemek için ağlama, öfkelenme ve hastaymış gibi davranma görülebilir. Süreç içerisinde bu durumlar yaygın olarak görülse de zaman içerisinde bir denge oluşur.
Okula uyum süreci çocuklar kadar ebeveynler için de yeni bir süreçtir ve ebeveynlerin de uyum sürecinde çocuk için önemli bir etkisi vardır. Ebeveynlerin çocuğu suçlamadan ve yargılamadan; kaygılarını anlamaya çalışması, şefkat ile yaklaşması, duygu ve düşüncelerine önem vermesi çocuğun okula uyum sağlamasında faydalı olacaktır. Ayrıca ebeveynlerin kaygıları, ebeveynler ve öğretmen arasındaki iletişim gibi faktörler de çocuğa yansıyacağı için önemli görülmektedir (Kahraman, 2018).
Uyum sürecinde belirsizliği azaltabilmek için çocuklar ile okulun nasıl bir yer olduğu, orada ne yapacaklarını konuşmak çocuğun güvende hissetmesini sağlayacağı için kaygısının da azalmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca okul hakkında çocuklar için olumlu bir izlenim oluşturmak da faydalı olabilir. Çocuklara okula gitmenin olumlu yanları, okulda arkadaşlar edinebileceği, yeni şeyler öğreneceği anlatılabilir.
Son olarak çocuğunuz okula başlamasına ve belirli bir süre geçmesine rağmen direnç göstermeye devam ediyor, uyum sağlama problemi yaşıyor ve bu durumlar ilk zamanlara göre azalmıyor ise psikolojik destek almanız faydalı olacaktır.
Kaynakça
- Başaran, S., Gökmen, B., & Akdağ, B. (2014). Okul öncesi eğitimde okula uyum sürecinde öğretmenlerin karşılaştığı sorunlar ve çözüm önerileri. Uluslararası Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, (2), 197-223.
- Kahraman, P. B. (2018). Okul öncesi dönem çocuklarının okula uyum sürecine ilişkin anaokulu öğretmenlerinin ve annelerinin görüşleri. Erken Çocukluk Çalışmaları Dergisi, 2(1), 3-20.
- Kahraman, P. B., Tuba, Ş. E. N., Alataş, S., & Tütüncü, B. (2018). Okul öncesi dönemde okula uyum sürecine ilişkin öğretmen görüşleri. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 18(2), 681-701.
Travma ve İyileşme
Sanat ve travma ilişkisi, psikolojik ve duygusal iyileşme süreçlerinde önemli bir rol oynar. Sanat, bireylere duygularını ifade etme ve anlamlandırma imkanı sunarak travmatik deneyimlerle başa çıkmalarına yardımcı olabilir (Malchiodi, 2005). Ressam ve psikolog Shaun McNiff (1992), sanatın travmatik deneyimlerle yüzleşmeyi kolaylaştırdığını ve duygusal ifadenin sınırlarını genişlettiğini savunur.
Sanat terapisi, özellikle travmatik deneyimlerle baş etmekte etkili bir araç olarak kullanılır. Bir çalışma, sanat terapisinin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) semptomlarını azalttığını ve katılımcıların duygusal ifadelerini artırdığını göstermektedir (van der Kolk, 2014). Ayrıca, sanat terapisi, travma sonrası iyileşme sürecinde bireylerin duygusal detayları ifade etmelerine yardımcı olabilir (Chilton, 2011).
Sanatın travma üzerindeki etkilerini anlamak için nörobiyolojik bir perspektife de bakmak önemlidir. Örneğin, sanatın üretimi sırasında salgılanan endorfin ve serotonin gibi kimyasalların, duygusal iyileşmeye katkıda bulunabileceği düşünülmektedir (Bolwerk et al., 2014).
Sonuç olarak, sanat ve travma arasındaki ilişki kompleks ve çok yönlüdür. Sanat, bireylere duygusal ifade, anlamlandırma ve iyileşme için bir platform sağlar ve bu süreci destekleyen bir dizi terapötik teknik bulunmaktadır. Bu nedenle, sanat ve travma konusundaki araştırmalar, bireylerin travmatik deneyimlerle başa çıkma süreçlerini anlamak ve iyileşmelerine yardımcı olmak için önemlidir.
Kaynakça
- Bolwerk, A., Mack-Andrick, J., Lang, F. R., Dörfler, A., & Maihöfner, C. (2014). How Art Changes Your Brain: Differential Effects of Visual Art Production and Cognitive Art Evaluation on Functional Brain Connectivity. PloS One, 9(7), e101035.
- Chilton, G. (2011). Artistic Inquiry in Dance/Movement Therapy: Creative Research Alternatives. Springfield, IL: Charles C. Thomas.
- Malchiodi, C. A. (2005). Expressive Therapies. New York, NY: Guilford Press.
- McNiff, S. (1992). Art Heals: How Creativity Cures the Soul. Boston, MA: Shambhala Publications.
- van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. New York, NY: Penguin Books.
Bağlanma ve Duygu Düzenleme: Kompleks Travmanın Derinliklerine Bir Yolculuk
Yaşamın anlamını keşfetmemizde, duygularımızın bize rehberlik ettiği bir gerçek var. İhtiyaçlarımızı anlamamıza, hayatımızda değişiklik yapmamız gereken alanları görmemize yardımcı olan duygular, adeta işaretler gibidir. Ancak, birçok insan duygularını işlevsel birer rehber olarak kullanma konusunda yeterli becerilere sahip olmadığı için, duygusal zorluklar altında ezilebilir.
Kompleks Travma: Duygu Düzenleme Becerilerini Engelleyen Bir Gölge
Çocuklukta tekrarlayan ihmal ve istismar, kompleks travmanın temelini oluşturur. Bu travma, çocuğun “yeterince iyi” bakım alamaması sonucu bütünleşmiş bir benlik geliştirememesiyle kendini gösterir. Duygu düzenleme becerilerinin engellenmesi, çocuğun hayatta kalması için gerekli olan yetenekleri geliştirmesini zorlaştırır (Schore & Schore, 2008; Saxe, Ellis, & Kaplow, 2007; Blaustein & Kinniburgh, 2010).
Werner ve Gross’un belirttiği beş ana özellik, duygu düzenleme sürecini tanımlar: duygunun tetikleyicisi, dikkat, anlamlandırma, tepki ve işlenebilirlik/esneklik. İşlenebilirlik özelliği, duyguların düzenlenmesini mümkün kılar. Ancak duygu düzenleme bozukluğu durumunda, duygularla başa çıkma ve işleme konusunda zorluklar ortaya çıkar (Werner & Gross, 2010; Leahy, Tirch & Napolitano, 2011).
Kompleks Travmanın Altında Yatan Belirtiler
van der Kolk’un kompleks travma tanı kriterleri, duygu düzenleme ile ilgili belirtilere odaklanır. Aşırı yoğun duygulanım, bedensel işlevlerin düzensizliği, işlevsiz sakinleştirme girişimleri, kendine zarar verme davranışları ve amaçlı davranışta zorluk, kompleks travmanın altında yatan ana belirtilerdir (van der Kolk, 2015).
Bağlanma ve Yardımcı Düzenleyici: Çocuklukta Temel İlişki
Birincil bakıcının çocuğa sağladığı yardımcı düzenleyici, çocuğun duygu ve dürtülerini kontrol etmede kilit bir rol oynar. Bağlanma travması, bu yardımın yetersiz olduğu durumda ortaya çıkar. Bu travma sonucunda, çocuk duygularını fark edemez ve düzenleyemez, kompleks travmanın temelini oluşturan önemli bir alt başlık ortaya çıkar (Fonagy ve Target, 2002; Blaustein & Kinniburgh, 2010).
Terapötik Müdahale: Aşamalı Yaklaşımın Gücü
Kompleks travma yaşayanların duygu düzenleme durumlarına yönelik terapötik müdahaleler, aşamalı bir yaklaşımın daha etkili olduğunu gösteriyor. Dengeleme, travmatik anının çözümlenmesi, kişilik bütünlüğünün yeniden sağlanması ve rehabilitasyon, bu müdahalelerin temelini oluşturur (Leenarts et al., 2013).
Erken çocukluk dönemi ve bakıcı-bebek ilişkisinin önemi, bilinçdışı ilişkisel dinamiklerin ileriki yaşlarda tetiklenmesine yol açar. Travmatize olan çocuklar, olumsuz bir benlik algısına sahip olabilir ve dil, dikkat ve konsantrasyon sorunları yaşayabilirler (Crittenden & DiLalla, 1988; Schore ve Schore, 2008).
Duygu Düzenleme Becerilerini Geliştirmek
Duygu düzenleme becerilerini geliştirmek için yapılan müdahaleler, psikoeğitim, duyguları tanıma, duygu ifadesi ve düzenleme becerilerini artırma hedeflerini içerir.
Sonuç: Derinliklerdeki Yara İziyle Yüzleşmek
Kompleks travma, duygu düzenleme becerilerimizi etkileyen derin bir yara izidir. Ancak, aşamalı terapötik müdahaleler ve duygu düzenleme becerilerini güçlendirmeye yönelik çabalarla, bu zorlu yola cesaretle adım atabilir ve içsel iyileşme sürecini başlatabiliriz.
Kaynakça
- Blaustein, M. E., & Kinniburgh, K. M. (2010). Treating traumatic stress in children and adolescents: How to foster resilience through attachment, self-regulation, and competency. Guilford Press.
- Crittenden, P. M., & DiLalla, D. L. (1988). Compulsive compliance: The development of an inhibitory coping strategy in infancy. Journal of Abnormal Child Psychology, 16(5), 585–599.
- Fonagy, P., & Target, M. (2002). Early intervention and the development of self-regulation. Psychoanalytic Inquiry, 22(3), 307–335.
- Leahy, R. L., Tirch, D., & Napolitano, L. A. (2011). Emotion regulation in psychotherapy: A practitioner’s guide. Guilford Press.
- Leenarts, L. E. W., Diehle, J., Doreleijers, T. A. H., Jansma, E. P., & Lindauer, R. J. L. (2013). Evidence-based treatments for children with trauma-related psychopathology as a result of childhood maltreatment: A systematic review. European Child & Adolescent Psychiatry, 22(5), 269–283.
- Saxe, G. N., Ellis, B. H., & Kaplow, J. B. (2007). Collaborative treatment of traumatized children and teens: The trauma systems therapy approach. Guilford Press.
- Schore, A. N., & Schore, J. R. (2008). Modern attachment theory: The central role of affect regulation in development and treatment. Clinical Social Work Journal, 36(1), 9–20.
- van der Kolk, B. A. (2015). Developmental trauma disorder: Toward a rational diagnosis for children with complex trauma histories. Psychiatric Annals, 35(5), 401–408.
- Werner, K., & Gross, J. J. (2010). Emotion regulation and psychopathology: A conceptual framework. In A. M. Kring & D. M. Sloan (Eds.), Emotion regulation and psychopathology: A transdiagnostic approach to etiology and treatment (pp. 13–37). Guilford Press.
EMDR Nedir?
EMDR Nasıl Geliştirildi?
Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR), 1987’de Francine Shapiro tarafından geliştirilen bir terapi yöntemidir (Shapiro, 2021, s.33). Kanser teşhisi konulduktan sonra psikoloji doktora öğrencisi olan Shapiro, zihin ve beden ilişkisine odaklanarak, bir gün parkta yürürken gözlerini sağa ve sola doğru hareket ettirerek zihnindeki rahatsız edici düşüncelerin azaldığını fark etti. Bu deneyim, göz hareketlerinin başkaları için de etkili olup olmadığı sorusuyla ilham kaynağı oldu ve birçok kişi üzerinde deneyler yaparak EMDR tekniğini geliştirmesine yol açtı. Shapiro, cinsel istismara uğramış kişilerle ve savaş gazileriyle çalışarak ilk kontrollü araştırmasını yayınladı. Araştırma sonuçları, TSSB teşhisi almış kişilerde tek bir EMDR seansının, travmatik anıları duyarsızlaştırmada ve kişilerin kendileri hakkındaki bilişsel değerlendirmelerini değiştirmede etkili olduğunu gösterdi. Bu tekniğin uygulanmasının ardından kişilerin uykusuzluk, müdahaleci düşünceler, kabuslar ve ilişki sorunları gibi şikayetlerinde azalma gözlendi ve bu etkilerin üç ay sonraki takip görüşmelerinde hala sürdüğü rapor edildi (Shapiro, 1989).
Başlangıçta davranışsal bir yaklaşım benimseyen Shapiro, göz hareketlerinin duyarsızlaştırmaya yol açtığına ve bu tekniğin sistematik duyarsızlaştırmaya benzediğine inandığı için başlangıçta bu yöntemi “EMD (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma)” olarak adlandırdı. Ancak daha sonra duyarsızlaştırmanın ötesinde, biliş, duygu ve beden duyumlarının yeniden işlendiğini anlayarak adını “EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)” olarak değiştirdi (Luber ve Shapiro, 2009).
EMDR Nasıl Etki Ediyor?
Kişilerin normalde kişinin günlük yaşamda karşılaştığı küçük rahatsızlıklara doğal bir şekilde yanıt verecek ve bu sorunları çözecek bir fizyolojik bilgi işleme sistemine sahip olduğu kabul edilir. Ancak travmatik olaylar gerçekleştiğinde, bu bilgi sisteme girdiği gibi beyinde kilitlenir ve sistem dengesiz hale gelebilir. Travmatik malzeme, işlenmesi için uygun şartları beklerken dondurulur; bu bilgi, diğer bilgilerle bütünleşmeyen ve izole edilmiş sinir ağlarında parçalanmış bir şekilde kalır. Bu nedenle travmatik olayın işlenmesine izin verecek uygun bağlantılar oluşturulmaz. Travmatik bilginin uygun bir şekilde işlenmesi, öğrenmenin gerçekleşebilmesi için çağrışımların oluşturulmasını içeren adaptif bilgi işleme olarak kabul edilir. Travmatik bilgi uygun bir şekilde işlendiğinde, danışanlar rahatsız edici duygular, beden duyumları ve irrasyonel bilişler yerine olumlu duygular, beden duyumları ve bilişleri deneyimlerler. Ayrıca, danışanlar travmatik olayla ilgili uygun duyguları ve duyumları deneyimlerken, bu olayların gelecekteki davranışlarına etkili bir şekilde rehberlik etme kapasitesini kazanırlar (Shapiro, 1999). EMDR müdahalesindeki çift yönlü uyarılar, kişinin adaptif bilgi işleme sistemini yeniden düzenlemesi için etkinleştirilir. Bu sayede kişiler travmatik bilgiyi günlük hayatın içinde kullanabileceği bir bilgi olarak kabul eder ve bilgiye uyum sağlayabilir. Böylece aşırı uyarılma, tetikte olma hali yerini olağan akışa bırakır. Beden de stabilize olmaya başlar. İyileşme EMDR terapisinde bu çift yönlü uyarım aracılığıyla gerçekleşir.
EMDR Seanslarının Yapısı Nasıl?
EMDR belirli bir protokol üzerinden ilerler. Danışan, hedef anıyı seçer ve çift yönlü uyarımlar sırasında hangi duygu, düşünce, beden duyusu ve görsel görüntü geldiğini bildirir. Danışan, hedef anıya bakarak kendi hakkında olumsuz düşünceyi belirler. Daha sonra olumlu düşünceyi tespit eder ve çift yönlü uyarım devam eder. EMDR’nin bir diğer önemli yanı hedef anının “şimdi ve burada” duygusal ve bedensel hislerle birlikte işlenmesidir (Boudewyns ve Hyer, 1996). Kişi bir yandan geçmiş anıyı işliyorken bir ayağı şimdi bedeninde ve zihninde olanlardadır. Bu kişinin şu anda güvende ve kontrollü olduğunu hissettirerek baş etme kapasitesini güçlendirir.
EMDR Hangi Sorunlarda Kullanılır?
EMDR terapi, travma sonrası stres bozukluğunun yanı sıra pek çok psikolojik ve psikosomatik rahatsızlığın tedavisinde kullanılabilmektedir. Bu rahatsızlıklardan bazıları şöyledir:
Kaygı bozuklukları
Fobiler
Taciz, tecavüz, ölüm, işkence, kaza gibi olaylar sonucunda yaşanan stres bozukluğu
Depresyon
Cinsel işlev bozukluğu
Yeme bozukluğu
Uyku bozukluğu
Fibromiyalji
Migren
Kronik ağrılar
Performans kaygısı
Stres
Kaynakça
- Boudewyns, P. A., & Hyer, L. A. (1996). Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) as Treatment for Post-Traumatic Stress Disorder (PTSD). Clinical Psychology & Psychotherapy, 3(3), 185–195. Doi:10.1002/(SICI)1099-0879(199609)3:3<185::AID-CPP101>3.0.CO;2-0
- Luber, M., & Shapiro, F. (2009). Interview with Francine Shapiro: Historical overview, present issues, and future directions of EMDR. Journal of EMDR Practice & Research, 3(4), 217–231. Doi: 10.1891/1933-3196.3.4.217
- Shapiro, F. (1989). Efficacy of the eye movement desensitization procedure in the treatment of traumatic memories. Journal of Traumatic Stress, 2(2), 199–223. Doi: 10.1002/jts.2490020207
- Shapiro, F. (1999). Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) and the anxiety disorders: Clinical and research implications of an integrated psychotherapy treatment. Journal of Anxiety Disorders, 13(1–2), 35–67. Doi: 10.1016/S0887-6185(98)00038-3
- Shapiro, F. (2021). EMDR: Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme, temel prensipler, protokoller ve prosedürler (6.baskı). İstanbul: Okuyanus
Performans ve Sıvı Alımı
Hidrasyon vücudun su ihtiyacını karşılama ve sürdürme süreci olarak tanımlanmaktadır (Murray, 2017). Bu süreç, suyun alınması, emilimi, taşınması ve vücut dokularına dağıtılması yoluyla gerçekleşmektedir. Hidrasyon, vücut fonksiyonlarının düzgün işleyebilmesi, hücresel sağlık, dolaşım sistemi ve sindirim sistemi performansının korunması gibi bir dizi hayati işlevi etkilemektedir (El-Sharkawy, Sahota ve Lobo, 2015). Dehidrasyon genellikle vücut ağırlığının %1 ila %2’si civarındaki sıvı kaybı olarak tanımlanmaktadır (Murray, 2017).
Dehidrasyon durumundaki kişilerde kas fonksiyonları etkilenmektedir. Kas koordinasyonu bozulabilir ve fiziksel performansta düşüşler görülebilir. Bu durum, dayanıklılık, güç ve hız gibi fiziksel aktivitelerde olumsuz etkiler yaratabilmektedir (Moyen ve ark, 2014). Ek olarak kan hacminde azalma, cilt kan akışının düşmesi, ter miktarının azalması, ısı dağılımının zorlaşması ve glikojen kullanım oranının artması da görülmektedir. Atletik performansı en çok etkileyen fizyolojik faktörlerden biri, maksimum aerobik kapasite ve bununla ilişkili olarak maksimum kardiyak çıkıştır. Dehidrasyonun etkisi, plazma hacminin düşmesi ve dolayısıyla kanın daha yoğun hale gelmesiyle bağlantılıdır. Bu durum merkezi venöz basıncın azalmasına ve kalbe geri dönen kan miktarının azalmasına yol açabilir. Yoğun fiziksel performans gerektiren anlarda, bu değişiklikler özellikle kalbin dinlenme evresi olan diyastol sırasında belirgin hale gelebilir. Daha az kanın kalbe girmesi, sistol aşamasında (kalbin kasılma evresi) kalp tarafından pompalanan kan miktarının azalmasına yol açabilir. Bu durum, kardiyak çıkışı azaltarak atletik performansı etkileyebilir (Asker ve Gleeson, 2009). Yapılan bir çalışmada dehidrasyonun egzersiz sırasında artan ısı düzenlemesi işlevi, kardiyovasküler stres, kas metabolizmasındaki olumsuz değişiklikler (örneğin, hızla tükenen glikojen depoları gibi) ve merkezi sinir sistemi fonksiyonundaki değişiklikler ile ilişkili olduğu ve egzersiz sırasında erken yorgunluğa neden olabileceği belirtilmiştir (Cheuvront, Carter ve Sawka, 2003).
Su, vücut ısısının dengelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca terleme mekanizması, egzersiz sırasında artan vücut sıcaklığının düzenlenmesine yardımcı olmaktadır. Bu süreçte suyun yanı sıra elektrolitler de vücuttan uzaklaştırılmaktadır (Hall ve Guyton, 2011). Dolayısıyla fiziksel aktivite öncesi, sırasında ve sonrasında gerekli sıvı tüketimi sağlanmalıdır. Terle kaybedilen sıvı ve elektrolitler yerine konmalıdır.
Egzersizden yaklaşık 2-3 saat önce 500 ml – 1 litre su içilebilir. Ayrıca egzersiz öncesinde susuzluğu gidermek amacıyla 15-20 dakika arayla küçük miktarlarda su içmek de faydalı olmaktadır. Egzersiz sırasında her saat başına ortalama 150-250 ml su içilerek dehidrasyonun önüne geçilebilir. Ancak, yoğunluğa, aktivite türüne ve çevresel koşullara bağlı olarak bu miktar değişebilir. Egzersiz sırasında susuzluğu hissediyorsanız, daha fazla su içmek gerekebilir. Egzersiz sonrasında vücudu yeniden hidrate etmek ve kaybedilen sıvıyı geri kazanmak amacıyla egzersizden hemen sonra 500 ml – 1 litre arasında su içilmesi önerilmektedir. Egzersiz sonrası terleme ve sıvı kaybını telafi etmek amacıyla sonraki saatlerde de yeterli miktarda su içmek önemlidir (Noakes, 2007; You, 2015). Egzersiz nedeniyle kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin geri kazanımında suya alternatif olarak mineralli su, süt, pancar suyu ve spor içecekleri de önerilmektedir (Shirrefs, 2009; Heil, 2010).
Kaynakça
- Asker, J., & Gleeson, M. (2009). Sport nutrition-an introduction to energy production and performance. Human Kinetics, Champaign.
- Cheuvront, S. N., Carter III, R., & Sawka, M. N. (2003). Fluid balance and endurance exercise performance. Current sports medicine reports, 2(4), 202-208.
- El-Sharkawy, A. M., Sahota, O., & Lobo, D. N. (2015). Acute and chronic effects of hydration status on health. Nutrition reviews, 73(suppl_2), 97-109.
- Hall JE, Guyton AC (2011). Guyton and hall textbook of medical physiology. 12th edition. New York; W.B. Saunders.
- Heil, D. P. (2010). Acid-base balance and hydration status following consumption of mineral-based alkaline bottled water. Journal of the International Society of Sports Nutrition, 7(1), 1-12.
- Moyen, N. E., Ellis, C. L., Ciccone, A. B., Thurston, T. S., Cochrane, K. C., Brown, L. E., … & Judelson, D. A. (2014). Increasing relative humidity impacts low-intensity exercise in the heat. Aviation, space, and environmental medicine, 85(2), 112-119.
- Murray, B. (2007). Hydration and physical performance. Journal of the American College of Nutrition, 26(sup5), 542S-548S.
- Noakes, T. D. (2007). Drinking guidelines for exercise: what evidence is there that athletes should drink “as much as tolerable”,“to replace the weight lost during exercise” or “ad libitum”?. Journal of sports sciences, 25(7), 781-796.
- Shirreffs, S. M. (2009). Hydration in sport and exercise: water, sports drinks and other drinks. Nutrition bulletin, 34(4), 374-379.
- You, A. (2015). Dietary guidelines for Americans. US department of health and human services and US department of agriculture, 7.